SEMİH


HAYATIMIN MÜZİĞİ


İnsan hep açtır. Yemeğe, sevgiye, aşka, hoş bir söze… Ruhlarımızda var olan açlığı doyuran şeylerden önemli bir tanesi de müziktir. Müzik benim hayatımda kıymetli bir yere sahiptir. Çocukluğumda doğum günü hediyem olan ilk müzik çalarımı aldıktan sonra büyük kuzenimden içine müzik yüklemesini istemiştim. Duman grubuyla ilk tanışmam o zaman olmuştu. Belki çok bir anlam ifade etmiyordu dinlediğim şarkılar. 10 yaşındaki bir çocuk Duman’dan  ne anlayabilirse o kadar anlıyordum ben de. Yıllar geçti ve geçiyor. Müzik hep benimle ve hayatımda yerini korumaya devam ediyor. Üzgünken, sinirlenmişken, mutluyken, havalı hissetmek istediğinde kısacası hayatın her anında müzik insanın büyük bir yoldaşı oluyor. Alman filozof Schelling bu konuda “Müzik sonsuzluğun anlatımıdır.” şeklinde bir yorumda bulunuyor. Sonsuzluk ne kadar büyük bir kavram. Ve müzik bunu anlatabiliyorsa ne yücedir.

 

Binlerce müzik türü var ve o kadar derin ki bu müzik dediğimiz,iki tür birleşip yeni bir tarz oluşturabiliyor. Her insanın, büyüdüğü ortam, çevresindeki insanlar ve estetik algısıyla yarattığı bütüncül zevkle; sevdiği müzik türü değişiyor. Blues, rock, rap, folk, pop gibi birçok müzik türünden istediğini dinleme özgürlüğüne ve imkanına da sahibiz. Hem  zevkimizi keşfetme noktasında hem de müziklere ulaşabilme konusunda bu çağda olduğumuz için şanslıyız. Önceden müziğe ulaşmak bu kadar kolay değilmiş. En azından büyüklerim bana öyle anlatırlar. Radyoda ya da televizyonda denk gelmen ya da -o zaman imkanlar o kadar iyi değilmiş- bir kaset alman gerekiyormuş ki kasetçalarının olması lazım bunun için de. O zamanları düşününce şimdi müzik konusu cennet gibi geliyor. Müzik dinlemek artık ışık açmak gibi bir şey. Ama bu basitlik de kaliteyi düşürüyor mu gelin bir de ona bakalım. Yıllar içinde müzik dinlemek kadar müzik yapmak da kolaylaştı. Elektronik ortamda bütün enstrümanları ekleyip çıkararak müziği oluşturabiliyorsunuz. Peki bu durumda elektronik ortamdaki enstrüman, orijinal ve bir emekle çalınan enstrüman kadar insana dokunabilir mi? Tamam elektronik ortamlarda hazırlanan müziklerde de bir emek olduğu doğru ancak müzik yüce bir sanat. O veya bu şekilde insan var olduğundan beri insanla yaşıyor. Hissetmeden, yaşamadan, içselleştirmeden ortaya çıkan müzikler bir üründen öteye gidebilir mi? Değinmek istediğim noktalardan biri de bu aslında. Müziği ortaya koymak kolaylaştıkça müziğin kıymetli ve özgün eserlerden ziyade birer market ürünü haline geldiği aşikar. Ortaya çıkan çoğu müzik bunu kanıtlar nitelikte. Birbirini andıran ve sanatsal ya da toplumsal bir amaçtan uzak temel olarak maddi kaygılar güden eserler ortaya çıkıyor. Buna bir yandan müziğin endüstrileşmesinden dolayı kızarken bir yandan da sanatçıların sanat için çektiği dertlerin karşılığında hiçbir ilgi ve karşılık alamamasından dolayı toplum neyi alıyorsa onu vermelerine hak veriyorum. Dünyanın her tarafında bu durum bu şekilde ilerlemesine rağmen halen sanat için savaşan sanatçılar da var. Endüstrileşme bu düzende önüne geçilmeyen bir durum. Her alanda endüstrinin kurbanı olacağız yavaş yavaş. Ama biz yine de içtenliğimizi, duygu yüklü hayatlarımızı ve özgünlüğümüzü kaybetmeyelim. Bu sefer bir film değil çok harika bir belgesel hediye ediyorum sizlere. Herkesin hayatının bir müziği var. Gerçek müziğinizi bulmanız dileğiyle sağlıcakla kalın.  (Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul – Fatih Akın)