EMİNE ÜLKÜ

Tarih: 08.11.2019 00:00

PROF.DR. METİN EKİCİ İLE DEDEM KORKUT SOHBETİ – (2. BÖLÜM/3)

Facebook Twitter Linked-in

Korkut Ata’nın farklı bölgeler de mezarının bulunması acaba Korkut Ata’yı sahiplenmek içgüdüsü mü yoksa coğrafi okumada ki bir karışıklık mı yanlışlık mı? Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kazakistan’ın biliyorsunuz Türkistan eyaleti sahasında Korkut Ata’nın bir mezarı var ve gayet de güzel bir anıt mezar yaptı Kazaklar. Ve hatta kopuz şeklinde, rüzgârla birlikte adeta kopuz sesi çıkartan bir mezar külliyesi var. Azerbaycan da bir başka mezarı var Dede Korkut’un. Bir de Türkiye de Bayburt’un Masat köyünde; Bayburt şehir merkezine yaklaşık birkaç kilometre mesafede. Salur Kazan’ın mezarının ve diğer bazı Oğuz beylerinin mezarlarının da Bayburt’a yakın bu yerde olduğuna dair inanmalar mevcut. Tabii ki Türk boyları böylesine önemli gördükleri atalarının mezar yerleri olarak da kendi yaşadıkları bölgede yaşadıklarını kabul etmek eğiliminde ve bu da doğru bir yaklaşım. Çünkü Dede Korkut gibi şahsiyetlerin birden çok yerde mezarlarının olması bir yanlışlık değil, aslında bir inanma ile o ataya gösterilen saygıyla ve eski, Türk kültüründen günümüze kadar gelen ve devam eden atalar kültü ile ilgili bir sonuç olarak değerlendirmek lazım.

O zaman Dede Korkut Kitabı hakkındaki değerlendirmelerinize geçelim mi? Dede Korkut Kitabı’nın adı ile ilgili dikkat çeken bir yönü söylüyorsunuz? Bu konuda bilgi verir misiniz?

Benim yıllardan beri sorduğum bir soru var. Dede Korkut Kitabı’nın yazarı 11.- 12. yüzyılda yaşadığı bilinen Oğuz boylarının hayatları ile ilgili bütün anlatmaları bir mukaddimeyle 12 boyda toplayıp bir kitap haline 15-16 yüzyılda getirmiş. 300 yıl sonra bu anlatmaları yazıya geçirmesinin gerekçesi neydi? Bu soru çok önemli. Tesadüfen yapılmış bir şey değil bu. Çünkü öteden beri hep sorup durduğum çeşitli röportajlarda veya konuşmalarda dile getirmeye çalıştığım;  hatta 2015 yılında yaptığımız “Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresi: Dede Korkut ve Türk Dünyası” adıyla yapıldı ve ben bu kongrenin açılışını yaparken yaptığım konuşmam sırasında bütün hocaların bulunduğu bir ortamda sorduğum bir soru vardı. Dresden nüshasının kapağında “Kitab-ı Dedem Korkut Âlâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan” şeklindeki adlandırmayı görmemizin sebebi nedir? Müellif ya da müstensih veya bu eseri derceden, toplayıp, düzenleyen kişi aslında ne yapmak istemiş? Yapmak istediği şu mu: Müellif ya da müstensihin yapmak istediği şu muydu? Kendisinin bir dil bilincine, dil şuuruna sahip olduğunu görüyoruz. “Âlâ Lısan-I Taıfe-I Oğuzan” ifadesi ile Oğuzların dili üzerine diye bir ifade kullanıyor. Oğuzların dili ile Dedem Korkutun Kitabı. Arapça değil Farsça değil. Dönemin geçerli dili olarak 15. yüzyılda Arapça ve Farsçanın devletin yazışma ve edebi dilinde yoğun bir şekilde kullanıldığı bir ortamda bir adam çıkıp “Alâ Lısan-I Taıfe-I Oğuzan” ifadesini kullanırken, kendisi de Arapça ve Farsça tamlama yapmak sureti ile eser adı oluşturmasına rağmen şunu anlatıyor “Oğuzların dili üzerine Dedem Korkut Kitabı”. Anlıyoruz ki bu kıymetli eseri kaleme alan müstensihin Türkçeci bir tarafı ve tavrı var. O dönemde edebi dilin ve yazışma dilinin tesirine rağmen böyle bir duruş sergilemiş.  


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —