EMİNE ÜLKÜ


PROF.DR. METİN EKİCİ İLE DEDEM KORKUT SOHBETİ – (4. Bölüm / 1)

PROF.DR. METİN EKİCİ İLE DEDEM KORKUT SOHBETİ – (4. Bölüm / 1)


Prof.Dr. Metin Ekici ile Dedem Korkut Sohbetinin 4. Bölümü bugün siz değerli okuyucular, Dedem Korkut meraklıları ile buluşuyor. Bu bolümde Sayın Prof.Dr. Metin Ekici Dede Korkut Kitabı ile Oğuznamecilik tartışmalarına son verecek açıklamalarında bulunuyor. Kendilerinin Dedem Korkut Kitabı ile tanışmasına kadar giden bu yazı dizisinde 3. Nüsha Türkistan / Türkmen Sahra’da ortaya çıkan Ejderha miti hakkında konuştuk. Bu yazı dizisi ile ülkemizde ki her kesime ulaşan Prof.Dr. Metin Ekici Sohbeti ile Dedem Korkut ile ilgili merak ettiğiniz her bilgiye ulaşacaksınız.

Dedem Korkut’un bir duası ile başlayalım bugün.

‘’Hakk Teala devlet ile bilgi versin ‘’

İyi okumalar dileriz.

 

Dede Korkut Kitabı’nı bir sözlü gelenek eseri olarak değerlendirebilir miyiz?

Akademi yani üniversite dışında kalan insanların sözlü gelenek ve yazılı gelenek arasındaki ilişki konusunda bilgilerinin ayrıntılı olmadığını biliyoruz. Bir eser sözlü gelenekte mi yaratılır? Yoksa yazılı gelenekte mi yaratılır? Şimdi edebiyat dediğimiz şey yazılı metinler üzerinden üretilen bir bilim. Ama kültür dediğimiz şey yaşanılan ve yaşatılan bir olgu. İkisi birbirinden farklıdır. Edebiyat bilimi, kültürün içerisinden belli şeyleri kesit olarak alır ve onlar üzerinden yorumlar, kronoloji, terminoloji, teori üretir. Ve bunlar üzerinden de işte Türk edebiyatının eserleri ve özellikleri şunlardır şeklinde sonuçlara doğru gitmeye çalışır. Ancak burada bir Halk Bilimci olarak hem Kültür Bilimci hem de Edebiyatçı olarak bizim iki şapkamız var.  Bir Halk Bilimcinin bilmek zorunda olduğu birkaç şey var. Eserler hem sözlü gelenekte üretilir hem yazılı gelenekte üretilir. Yani Dede Korkut Kitabı’nın ilk şekli sözlü müydü? Kitaptan söz ediyorsanız demek ki yazılı bir metinden bahsediyorsunuz. Kitap dediğiniz anda artık yazıya geçirilmiş demektir. Başka bir anlamı olamaz bunun. Burada edebiyattan bahsediyoruz. Ama Dede Korkut anlatmaları derseniz bana; evet yazılı ve sözlü geleneğin ikisini de içine alan bir kültür alanından, olgudan bahsediyoruz. Yani bir ozanın onun devam ettiricisi olan bir aşığın sözlü olarak bu anlatıları ustasından öğrenip herhangi bir mekânda sazıyla veya herhangi bir müzik aleti eşliğinde icra edip anlatması pekâlâ mümkün. Oğuznamecilik geleneği dediğimiz şey tam olarak bu. Burada bir sözlü gelenekten bahsediyoruz. Ve bunlar bütün bilgileri kimden öğreniyorlar? Diye soruduğumuzda ise ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. Hem ustasından öğrenir ve eğer varsa elinde yazılı bir metin bulduysa bir kitaptan. Ki kitapların çok sınırlı olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Dede Korkut gibi bir kitaptan bahsediyorsun. Üç tane nüshası çıktı. Şimdiye kadar iki tane nüsha vardı öyle değil mi? Peki madem Oğuznamecilik bu kadar önemliydi bu kadar eserin metinleri nereye gitti? Yazılı metinler nereye kayboldu? Hepsi mi yakıldı? Hepsi mi kaybedildi? Hepsi mi bir şekilde saklandı?  Bir şeyler oldu belki bilemiyorum ama Oğuznamecilik sadece kitap olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu söylüyorum. Yani Oğuznamecilik sözlü gelenek ile oluşmuş olan bir yaratma.

Dede Korkut Kitabı Oğuznameciliğin bir parçası tartışmalarına ne diyorsunuz?

Parçası olup olmaması çok önemli bir şey değil benim için. Neden değil? Oğuznameciliğin;  Oğuzname yazarlığı diye bir geleneği yok. Türkmen şairlerin Oğuznamesinden bahsediyoruz. Türkmen sahasında Oğuzname adını verdiğimiz eserlerden biri. İşte Kazan Oğuznamesi falanca Oğuzname. Bunlardan daha eski olan yazma eser ise Uygurca eksik Oğuz kağan Destanı. Bir de Camiüt’tevarih adlı eserdeki Farsça “Oğuzname” var. Onlardan daha eski bir döneme ait Oğuzname kitabı diye bir kitap çıkmadı. Çıkmadığı içinde böyle bir Oğuzname yazarlığı diye bir olgudan da edebi metinler toplamından da bahsetmek mümkün ama böyle bütüncül bir eser yok. Olmasını ister misiniz? Evet isterim.  Keşke Dede Korkut Kitabı’nda 12 değil de 24 boy, anlatma olsaydı. 24 değil de 48 -100 olsaydı.  Bugün Firdevsi’nin Şehnamesi gibi, Yunanlıların İlyada ve Odyssey’i gibi daha geniş bir Oğuzname elimizde olsaydı. Dünyadaki destan külliyatının eskiden yazıya geçirilmiş eserleri gibi bizim de yazılı metinlerimiz olsaydı… Belki de vardı. Belki de bir Oğuzname vardı. Bunun olduğu ile ilgili yani böyle bir Oğuzname gördüğünü iddia eden bazı seyyahlar var. Ebûbekir bin Abdullah bin Aybek ed-Devâdârî”nin eserinde Türklerin torbalarında, heybelerinde Oğuzname adı verdikleri bir eser taşıdıklarına dair bir söylemden bahsediliyor. İyi de böyle bir kitabın içeriğinde tam olarak ne var sorusunu cevaplayamıyoruz.  Dede Korkut Kitabı, Oğuznameciliğin bir parçası mıdır? Evet, ama Oğuzname geleneğinin diğer parçaları nelerden oluşuyor sorusunun cevabını hiç kimse bilmiyor. Oğuzname adı ile Dede Korkut Kitabı’nı aynı şekilde adlandırmayı ben şundan dolayı uygunbulmyorum. Biraz önce açıkladığım gibi “kitap” sözü ile “namecilik” sözü arasında bir farklılık var.  Dede Korkut Kitabı’nın yazarı; namecilikten ayrılarak bir kitap yazdığının bizzat farkında ve fevkinde olarak böyle bir eseri yazmış. Bizde bunun farkında olarak değerlendirme yapmalıyız. Yani Oğuznamecilik geleneği içerisinde üretilmiş olan yazılı bir eserdir demek Dede Korkut Kitabı için bence daha doğru olur.